5 Ocak 2011 Çarşamba

Rusya-Türkiye-AB: Avrupa güvenliği

 Alessandro Marrone* 

*Alessandro Marrone Uluslararası İlişkiler Enstitüsü(İtalya) Güvenlik ve Savunma Alanı  Araştırmacısı.

Avrupa Birliği, Avrupa'nın güvenlik sorunlarını ele alma konusunda, kıta bağlamında önemli bir role sahip diğer aktörlerin öneri ve girişimlerini de kesinlikle hesaba katmalıdır.
 Son zamanlarda özellikle Türkiye'nin diplomatik aktivizmi ve Rusya'nın Avrupa için yeni bir güvenlik mimarisini içeren önerisi büyük ilgi uyandırdı. Hatta Avrupa'da AB, Rusya ve Türkiye üzerine kurulu üçlü bir yapının su yüzüne çıkmakta olduğunu savunanlar da mevcut. Eğer öyleyse Avrupa'da güvenlik ve istikrarı güçlendirmek için AB'nin ne şekilde hareket etmesi gerekir? AB Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) tarafından hazırlanan “The Spectre of a Multipolar Europe (Çok Kutuplu Avrupa Kâbusu)” adlı çalışma söz konusu tartışmaya ilgi çekici bir katkıda bulundu.
Post-modern bir Dünya Hayali
AB Dış İlişkiler Konseyi'nin gerçekleştirdiği çalışmanın en sağlam noktalarından birisi, karşılıklı bağımlılık, uluslararası kurumlar çerçevesinde egemenlik paylaşımı, çok taraflılık ve yumuşak güç gibi kavramlar üzerine kurulu bir Avrupa güvenlik vizyonunun, yeni çok kutuplu dünyada kendisini daha kolay kabul ettirebileceği hayalinin eleştirilmiş olmasıdır. Amerika'nın yegâne kutup olduğu düzenden çok kutupluluğa geçildi ama eski ve yeni kutuplar (ABD, Rusya, Çin ya da hatta Türkiye ve Brezilya) güvenlik konusunu daha ziyade ulusal hakimiyet, etki alanı ve askerî güç (hard power) bağlamında algılamayı sürdürüyor.
Kısacası AB'nin post-modern vizyonu, küreselleşme çağında da esas itibarıyla çağdaş kalan çok kutuplu bir dünyada pek karşılık bulmuyor gibi. Avrupa kıtası da istisna oluşturmuyor. Örneğin Rusya'nın Gürcistan ve Ukrayna politikasının, AB ve NATO'nun genişlemesini dengelemek için sınır komşuları üzerindeki etkisini pekiştirmeye yönelik olduğu aşikâr. Aynı şekilde Türkiye de son yıllarda İran'dan Bosna'ya kadar çeşitli komşularına yönelik olarak, NATO üyeliği ve AB ile bütünleşme gibi geleneksel dış politika tercihlerinden kaynaklanmayan, daha otonom bir siyaset geliştiriyor.


Bu durumu kabul etmek, AB'nin rolünün gerçekçi bir analizi için iyi bir başlangıç noktasıdır. Ancak AB Dış İlişkiler Konseyinin gerçekleştirdiği çalışma, AB'nin daha şimdiden Avrupa sisteminin bir kutbunu, yani amaç birliği ve harici eylem kapasitesi bakımlarından Rusya ve Türkiye gibi iki devletle özdeşleştirilebilecek bir aktör olduğu varsayımı üzerine kurulu. Bu varsayım tartışılabilir. AB'nin dış politika ve güvenlik politikası, hâlâ büyük ölçüde milletler üstü kurum ve yetkilerin ulusal hükûmetlerin bağımsız eylemleriyle eş zamanlı olarak var olduğu bir olgunlaşma süreci içerisindedir. Cameron-Sarkozy arasında savunma politikasına ilişkin varılan anlaşma, AB'nin kurumsal çerçevesi dışında gelişen ikili ilişkilerin hala ne kadar önem taşıdığına verilebilecek en güncel örnektir.
AB, Rusya ve Türkiye Arasında bir Diyaloğun Üstünlükleri
Rusya ve Türkiye ile güvenlik meselelerine ilişkin iş birliğine yönelik sağlam temeller atmak için, analiz faslından önerilere geçildiğinde de AB'nin karakteristik özelliği dikkate alınmalıdır. AB Dış İlişkiler Konseyinin gerçekleştirdiği çalışma, Kafkaslar ve Doğu Avrupa'daki “dondurulmuş ihtilaflardan” ve enerji güvenliğinden başlamak üzere tüm Avrupa'nın güvenliğini ilgilendiren konularda AB, Rusya ve Türkiye arasında gayri resmî de olsa düzenli bir diyaloğun başlatılması öneriliyor. Almanya ve Rusya, AB ile Rusya arasında benzer bir diyalog önerisi daha önce yapmışlardı ancak AB Dış İlişkiler Konseyinin çalışması, bu diyaloğa Türkiye'nin de dâhil edilmesini ve diğer Avrupa ülkelerinin ya da NATO gibi örgütlerin temsilcilerinin ele alınacak konulara göre davet edilmesini öneriyor.
Her seferinde diğer aktörlere doğru genişletilebilecek bu üçgen diyaloğun programında her şeyden önce Kafkaslar, Transdinyester ve Batı Balkanlar'daki kriz kaynaklarının kademeli şekilde ortadan kaldırılmasının bulunması gerekir. Her ihtilaf için spesifik bir eylem planı oluşturulmalıdır. Şayet bu süreç netice verecek olursa bir sonraki adım, tüm Avrupa'nın (metinde: paneuropeo) güvenliği için bir anlaşma üzerinde müzakere edilmesi olabilir.
AB Dış İlişkiler Konseyinin çalışmasında ileri sürülen yolun iki faydası var: Avrupa'da yeni bir güvenlik mimarisi için Medvedev tarafından yapılan öneriyi dikkate alıyor ve tartışmayı iddialı bir anlaşma müzakeresinin oluşturduğu soyut plandan, kriz kaynakları üzerinde pratiğe dökülebilecek iş birliğinin somut planına taşıyor. Her ihtilafın kendine özgü bir dinamiği var ancak Avrupalı bölgesel güçler etkilerini birlikte kullanacak olurlarsa hepsi kolaylıkla çözüme kavuşturulabilir.
Ayrıca bu düzenli üçlü diyalog, krizlerin ve çıkar çatışmalarının çözülmesi için ortak bir platform tanımlanmasını sağlaması durumunda Rusya ve Türkiye'nin dış politikasında ani değişiklikler yaşanması riskini azaltmaya da katkıda bulunabilir. Söz konusu diyaloğun bir diğer avantajı da duplikasyona yol açacak yeni bir örgütün oluşmasını lüzumsuz kılacak olmasıdır. Söz konusu üçgen, AB Dış İlişkiler Konseyinin tasarladığı gibi esnek ve kapsayıcı olduğu takdirde, örneğin NATO'yla iş birliği imkânı da mevcut olacaktır.
Atın Önündeki Araba
Ne var ki bu tür bir sürecin gerçek bir sorundan ortaya çıkan mantıksal bir kusuru var. Söz konusu çalışmada, üç taraflı güvenlik diyaloğunun AB'yi ortak bir güvenlik stratejisine sahip olmaya zorlayabileceği belirtiliyor. Oysa durum bunun tam tersi. AB’nin dış politika ve güvenlik politikasını şekillendirecek bir strateji oluşturması, Rusya ve Türkiye gibi ulusal çıkarlarına dayalı stratejiler uygulayan ortaklarla daha etkin bir diyalog kurabilmek için bir ön şart.
Rusya’ya yönelik ortak bir politika geliştirebilmeyi sağlayacak sabit noktalar yoksa Kafkaslar'daki krizlerin çözümü konusunda AB nasıl öneriler formüle edebilir? Rusya ya da Türkiye'nin getireceği bir öneri, bazı AB ülkeleri bu öneriyi destekliyor bazıları destelemiyor gerekçesiyle Avrupa delegasyonunu ikiye bölecek olsa (oldukça muhtemel bir durum) ne olur? O noktada diyalog, AB'nin rolünü güçlendirmek yerine Birliğin krizine işaret edebilir. Açık ve kesin bir müzakere platformu, öncelikler listesi, aşılmaması gereken bir dizi kırmızı çizgi olmaksızın bu sürece başlamak, arabayı atların önüne koymakla eşdeğer olur. Sadece bir diyalog perspektifinin AB için bir açıklık getirmesi beklenemez.
Stratejik Çalışma
Söz konusu çalışmaya göre AB ülkelerinin elit tabakaları, ulusal güvenliğe tehditler ve bunlara karşı koymak için uygulanacak politikalar konusunda gitgide daha yakınsak görüşlere sahip. Eğer bu doğruysa o hâlde 2003 senesinde AB'nin hazırladığı hâlihazırdaki Avrupa Güvenlik Stratejisi'nden (AGS) sonra vuku bulan büyük değişikliklerin ışığında ortak çıkar ve hedefleri tanımlayan yeni bir AGS'nin hazırlanması için çalışmaya başlamak yerinde olacaktır.
Bu türden bir stratejik revizyonun başarılı olması durumunda, AB'nin dış politikası ve güvenlik politikasına hız kazandırabilir; Rusya ve Türkiye ile başarı şansı yüksek üçlü bir diyalogun başlatılmasına imkân sağlayabilir. Söz konusu bu stratejik çalışma çabası boşa çıkacak olursa da Avrupa kıtasının güvenliği konusunda bir diyaloğun yokluğu, AB'nin en son sorunu olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder